30 Ocak 2013 Çarşamba

Salı Enstantenesi

Salı günü gayet evin içinde vakit geçiriyordum. Yine bir anda yalnız kalmışım, insanlar ders çalışıyor, sınava gidiyor ya da geziyor. Bilgisayarı açtığımda bir hangout oluşumu gözüme çarptı. Ve hemen atladım.
Çünkü bunu yapanlar, Kato ailesiydi.

 
Sergül ablamı kanlı canlı görünce karşımda, nasıl özlediğimi fark ettim!
Uzun zamandır, video vs. de yapmıyordu. Tabi bana uzun gelmişti.
Dünyanın en tatlı çifti, dün evde bana yoldaşlık etti.
Ben de çayımı alıp onlara katıldım.
Sonra onun japon balığı gitti ve Serrose ile başbaşa devam eden harika bir muhabbet oldu.
 
 
Duygu geldikten sonra dışarda yemek yemiştik.
Küçükpark kafeler sokağında, uzun zamandır uğramadığım Jazzy'e oturduk birlikte.
Beni ararsanız, artık paçasından ayrılmayacağım Jazzy'de olacağım.
Yine kitap okuyup, ders çalışırken bulabilirsiniz.

 
 Büt mağduru iki hatundan merhabalar!
 
 
Ev arkadaşım Feza'ya tiyatro yolu görünmüştü. İkinin Biri adlı oyun için.
Lily karakterini düşünmüşler.
Fakat Lily biraz yelloz olduğundan, Feza'nın da ilk tiyatro denemesi olacağından rol anlamsız geldi.
Profesyonel çalışmak için daha çok zaman gerek.
Zaten çocuğun da ona, "Sen tam bir Lily'sin, oynamalısın" demesi hatunu sinir etmiş ve "Benim ne Lily'liğimi gördü anlamadım kahretsin!" diyerek bize serzenişte bulundu.
Gülmekten ikna edecek zaman bulamadık. Nem kapmış bir kere, ahahah.
 
Sade ama güzel bir günden bu kadar.
 
Sergül ve Yoshi çiftinin sohbetini izlemek isteyenler için buraya bir tık.


28 Ocak 2013 Pazartesi

Supernatural Akşamı

 
Ev arkadaşlarımın olmayışının getirdiği yalnızlık ve o buhrandan sıkılmışken, ilk bütümden çıktıktan  sonra eve girdiğimde Duygu'nun o cıyır cıyır sesini duymak paha biçilemezdi!
Hızlıca konuştuktan sonra ders çalışmak için, tekrar kısa süreliğine gitmek zorunda kaldı.
Ben de onun getirdiği dolmaları ve kolayı yanıma aldım.
Isıtıcımı açtım, battaniyemi aldım, ayaklarımı uzatıp Supernatural'ın son sezonunda kaldığım yerden devam etmeye koyuldum. Çocukları resmen özlemişim.
Dean'i her gördüğümde annemin hayalindeki damat karakteri canlanıyor kafamda, gülüyorum.
Hangi insanoğlu "ah güzel oğlum benim" diye söylene söylene Supernatural izliyor sorarım size?
Dean la bu, adam orda shapeshifter avlıyor la shapeshifter!
Tam ortasında seviyorsun, bir şeyler falan orda.
Anneme burdan selamlar olsun!
 
Bir de son günlerde delicesine bir huzur kaplıyım.
Her yaptığımdan keyif alıyorum, sonunda!
Akşam evde yayılıp saatlerce dizi izlemek de bunlardan biri.
Uzun zamandır yakalamak istediğim bir şeydi bu.

 
Ben evin içinde bağıra çağıra adeta bir Liam edasıyla dolaşıyorum şimdi.
Buyrunuz.

22 Ocak 2013 Salı

Le TabLeau / Mutluluğa Boya Beni

Bugün boş boş otururken film arayışına falan girmemiştim aslında. Artık pes etmiştim. Sonra Erdi'nin blogunu okurken Le Tableau'yu ve afişini gördüm. Konusu çok dikkatimi çekmişti ve oturup izleyeyim demiştim. Afişi de etkileyiciydi.
Ama böyle muhteşem olacağını bilmiyordum tabi!


Olay bir tablonun içinde başlıyor. Yarım kalmış bir tablo. 
Tamamlanan karakterler, henüz tamamlanmamış olanlar ve taslak çizimi halinde olanlar var.
Aralarındaki eşitsizlik, sınıf çatışması müthiş anlatılmış.


Ramo tam oluşturulmuş bir karakterken, sevdiği kız henüz tamamlanmamış.
Ve onu tamamlaması için Ressamı bulmak adına bütün hikaye başlıyor.
Konunun bu kadar güzel işlenebileceğini tahmin etmemiştim. 
Fikir muhteşemken, batırılır diye çok korkmuştum ama,
Büyüleyiciydi.


Ressam'ı bulmak, Tanrı'ya ulaşmak gibi onlar için.
Siz de filmi izlerken kafanızdaki milyonlarca şeyi sorguluyorsunuz tekrar ve tekrardan.
Her saniyesinde, her cümlesinde duraklıyorsunuz.
"Evet, neden?" diye bir karmaşa oluyor kafanızda.


Beni etkileyen sahnelerinden biri.
Öyle gerçekçi.
Sanırım bu, kadınlar için de geçerli. Sadece kadınlar, daha az farkındalar. 

Sorguladığım şeylerden biri sadece buydu. Sanırım daha birçok kez daha izleyeceğim. Daha iyi anlamak adına. Sıkılmayacağımdan o kadar eminim!

Bu muhteşem filmi tanıtıp, günümü kurtaran Erdi'ye teşekkürler sunuyorum buradan kocaman!

Erdi'nin blogu için buraya bir tık :)

21 Ocak 2013 Pazartesi

Hayatıma Giren O Adam

Hayatıma giren yeni bir adam var şu sıralar. Yepyeni. Her şeyiyle yanında olduğum, hiçbir anını kaçırmadığım biri. Onu öptüğümden bu yana, kokusu hep burnumda gezdim mesela. Resmi odamda asılı, bakmalara doyamıyorum. 
Sanırım bir erkekten ayrı kalmayı, onu özlemeyi unutalı uzun zaman olmuş. O boşluğu doldurdu biraz da. Geldiğinden beri hayat daha bir yaşanılır oldu bu evde. 
Onu görme isteği, aklına geldikçe mutlu olma duygusu bitmek tükenmek bilmez oldu.
Neyse ki, istediğim zaman gidip görebileceğim bir yerde. 
Daha fazla anlatmadan, onu göstermeliyim.

Hayatımdaki o adam;


Görüldüğü üzre biraz Türkan Şoray gibi zaman geçirip, beklemek durumundayım.
Ama benim için sorun yok, zaten hayatım öyle geçiyor.
Sırf onun için dayanabileceğim.
Rakip tanımayacak sonuçta bu velet.

Bu küçük adam Altay'lı la bir de. İsmi bile Altay. Bildiğiniz İzmir'in o büyük takımı Altay!


Hağ bir de ufak bir sorun var. Sanırım sarışın hatunlar değil de, esmerler ilgisini çekiyor. 
Yani benden çok Duygu'ya şımarmasından bunu anlamış olduk.
Ama her şey baş başa kaldığımız ana kadar tabi.
Kulağına fısıldayarak irtibatı kaptım, beynine işledim.
Kahretsin ki kollarımda mis gibi uyuduğunda, bir sarışın hatunun huzurunu yakaladığı belliydi.
Üzgünüm Duygu.

Hayatımın umudusun la Altay!

Altay'ın doğumu için buraya bir tık :)

20 Ocak 2013 Pazar

Günler Geçer

Hayat enerjisini geri kazanmak adına, finallerden sonra yapılan aktivitelerden biri Alsancak'ta kahvaltı oldu.
Denize karşı mis gibi kafa dinlediğimiz bir öğleden sonrası. Deniz havasını ne zamandır almadığımı hatırlamıyorum. Aylar geçmiş gibiydi.


Açıkçası düzgün bir kahvaltı yapmayalı da haftalar olmuştu. Sınava giderken ne bulursam onu yediğim günlerden sıkılmışım.


Duygu mahmur. Erken kalkmak pek alıştığımız bir şey değil.


Hah, bir de Alsancak'ta Ziraat'in oradaki durağa yürürken bu amcayı görebilirsiniz.
Duygu'nun dedesi diyoruz biz ona, çünkü ne zaman denk gelsek bir ada çayı alır ondan.
Dede kirayı ödeyemedi kısmıysa, sabit. 
Ama öyle bir adamdır ki, ondan bir şey almadan para veremezsiniz.
Para veriyorsanız, o adaçaylarını tutuşturur elinize hemen.


Sonra bir İnciraltı. Hava nasıl güzel. 
Bir buçuk yıl önce yaşadıklarımızı anlattığımız bir videomuz vardı. 
Bize yeterince uğursuz gelmişti.
Onun üzerine ilk defa dün öyle bir video daha çektik. 
Ne çok şey değişmiş, ne çok şeyi bırakmışız arkada.


Neyse ki her şey atlatılmış Umarım bu seferki video bize iyi gelir, bir uğursuzluk yaratmaz :)

Bütün bu bol hava almalı günden sonra, akşam Duygu ve Şebnem'in Tire'den arkadaşları gelecekti. 
Koştur koştur Bornova'ya döndük, birlikte yemek yiyip her zamanki yerimize gittik.


Beri Blues. 
Artık eskisi gibi olmasa da böyle güzel adamlar var buralarda.
Yaygara'yı dinledik ve ben uzun zamandır eğlenemediğim kadar eğlendim. 

Hele ki şu sol köşede bir adam vardır. Benim gitar hocam olmasından ziyade, İzmir'e geldiğim ilk zamanlardan beri belki de çoğu zaman fark etmeden neşemi yerine getiren, birlikte en çok eğlendiğim ve hayranlıkla da izleyebileceğiniz bir gitaristtir. 
Ozan güzel güzel şarkısını söylerken, ben orada Enis'i izleyerek her şeyi unutabilirim. Bir insan elindeki gitara bu kadar aşık olabilir.
Hatta her ne kadar gitarı bıraksam da bu konuda, Keith'ten sonraki ikinci idolümdür kendisi.
Onunla ilgili bir ara daha geniş yazacağım.

Hepimiz eve döndük sonra ve yine unutamayacağım kadar güldük.
Müthiş bir gece geçirip, bir köşede uyuduk.
Aradığımız enerjiyi birkaç gündür tamamıyla yakaladık.

18 Ocak 2013 Cuma

Çin Makarnası - Noodle

Uzun zamandır birlikte Çin yemeği yeme gibi bir niyetimiz vardı. Yani bu niyetin olduğunu ben sonradan öğrendim, ev arkadaşları tarafından konuşulmuş dahil edilmişim :)
Bornova'ya Almanya'dan gelen baba-oğul işletmeci tarafından açılmış bir Çin lokantası var şu sıralar. Sanırım bir buçuk aydır hizmet veriyor. Çin lokantası dediysem aklınıza, şu geniş menülerin olduğu, bol çeşitli bir yer gelmesin. Daha çok, Çin'de muhtemelen ara sokaklardaki ucuz mekanlar gibi bir yer. Öğrenciye yönelik tabi ki. Fiyatlar da gayet ucuz. Zaten şu an sadece makarna ile başlanmış. Daha sonra börek çeşitleri vs. eklenecekmiş.


İlk defa chopstick kullandığımdan tamamen acemi, fakat rahat bir şekilde yedim.
Arkasında gösterdiği biçim bu şekilde olmasa da tabi, ben iyiydim böyle kendi kafama göre.
Sebzeli makarna seçmiştik, üzerine attığımız sosla birlikte hayran oldum diyebilirim.
O sosun adını bilmiyorum, bilen varsa rica edebilirim :)


Sonrasında kendimi mutlu etmek adına bir kinder suprise almıştım. 
Ama içinden koca burunlu bir Sponge Bob çıktı. 
Yine diyorum, bu benim çocukluğumun kabusudur.
Herkese güzel oyuncaklar çıkarken, bana hep en  berbatları çıkardı. Bu da böyle bir pisliğimdir işte.
Bir kaç zamandır, abimden aşırdığım karikatür dergileri yerine,  artık kendim almaya başlamıştım.
Eskisinden daha zevkli değil tabi ama, idare ediyorum.

O kötü sınavlarımdan sonra, moral toplama çalışmalarım başarılı oluyor. Böyle ev arkadaşları oldukça sıkıntıya pek vakit kalmaması güzel tabi.

Çok iyi haftasonlarınız olsun!

15 Ocak 2013 Salı

Sınav Haftasının Ardından

Saçmasapan haller içinde olup da, hiç de performans sergileyemediğim 2 haftadan sonra herkese merhaba. Hiç iyi geçmemesinin yanı sıra, istediğim gibi de bloguma yazamadım. Son zamanlarda yazacak değerli bir şeylerim olmadığını hissediyordum.
Üstelik sınav haftası boyunca griple boğuşmaktan sürekli yatıyordum. Şimdilerde ancak iyileşebildim.
Neyse ki bu kötü hisler beni birkaç gün evvel terk etti. Toparlanıp, buralara gelip, bütünleme haftasını bekler konumdayım :)


Size Alice'ten biraz bahsetmiştim, hemen buraya bir tık. Bu cafenin dekorasyonuna hayran olduğumu tekrar belirteyim. Her yer Alice Harikalar Diyarında filminin konseptiyle dolu.
Bu fotoğrafta da, arkada cheshire cat'in sıfatını görebilirsiniz.
                                                "we're all mad here. i'm mad. you're mad."


Duvarındaki bu kuşlara yaslanmış mozaik pastamı yedim bir güzel. 
Güzel bir otantikliğin içinde. 

Umarım sınav haftasında olanların performansları benimki gibi kötü değildir.
Kurtulmanın şerefine, kalemlere, defter ve kitaplara geri dönmek gerek!

5 Ocak 2013 Cumartesi

Yeni Yavrum

Blogu takip edenler benim bir oyuncak hastası olduğumu bilirler. Özellikle eskiden kalma oyuncaklarımdan vazgeçemiyorum. Ama aklımın kaldığı oyuncakları da hağla alırım kendime.
Geçenlerde yolda yürüken bir oyuncakçının önünde gördüğüm Volkswagen klasik otobüsüne takılmıştı gözüm. Sonunda alabildim.



Aslında lacivert olanını istemiştim ama, ben alana kadar elinde bu kalmış. 
Yine de bayıldım kendisine. 
Görüldüğü üzre yanlarına grafiti atılmış meğer.
Love&Peace


Ders çalışacağız diye gittiğimiz Huzur kafemizde sürekli bununla oynaşmaktan bir halt da edemedim. 
Eve geldiğimde onu eski karavanımın yanına yerleştirdim.
Şimdi baktıkça içim açılıyor.
Modeli tam olarak Volkswagen Classical Bus 1962. Cağnım o eski otobüslerden.
Bir dahaki sefereyse lacivert yine eski model bir Mercedes alacağım oradan.
Bunu almama rağmen, hüzünle ayrıldım.

Daha önce ayrılamadığım o Karavanımdan bahsetmiştim. Yazısı için buraya bir tık :)