11 Mayıs 2016 Çarşamba

Kitap Ağacı'yla Bir Gün

Kitap Ağacı oluşumunu instagram üzerinden bilenler vardır. Bilmeyenler için de azıcık tanıtmış olayım :)

Kitap Ağacı bir grup kitapseverin bir araya gelerek instagram üzerinden oluşturduğu bir topluluk. Birlikte ayın kitabını seçerek okumalar mı dersiniz, yazarlarla buluşmalar söyleşiler mi dersiniz, gezmeler tozmalar mı istersiniz, şehirlerde kütüphane kurmalar mı, tanışmalar kitap konuşmalar mı hepsi bu toplulukta! :)
Şu an birçok şehirde faal durumda ve şehir sorumluları bulunuyor. Hangi şehirdeyseniz etkinliklere, yazar buluşmalarına katılabilir, sizin gibi birçok kitap sever harika insanlarla tanışabilirsiniz.

Hala gelmediyseniz gelsenize! :)

Kitap Ağacı instagram profili için şöyle tıkırdayın.
Kitap Ağacı web sayfası için böyle tıkırdayın.

Kitap Ağacı'ndan tanıştığımız dostluklarla geçtiğimiz pazar günü yine ufak bir gezideydik. Bol fotoğraf çekmeli, bol eğlenceli, kahkahalı bir gün oldu. Etkinliği her detayıyla sevgili Korhan arkadaşımız üstlendi. Biz de ona uyduk sabahtan düştük yollara :)

Bol fotoğraf, bol gülücükler!

Eminönü'nden bir boğaz turuyla başladık. Bizim katıldığımız şehir hatlarındaki uzun boğaz turuydu. Yaklaşık 1 veya 1,5 saat sürdü.



Şansımıza hava da güzeldi. Dışarıda oturduk ama bir zaman sonra donduk ve içeri geçtik tabi :)


İlk kara durağımız Anadolu Kavağı ve Yoros Kalesi'ydi.



Manzaranın güzelliğinden kaleyi görmek mümkün müydü dersin?



  
                                                                Elif mesela uçar mesela!





Sonra vapura binip döndük. İndiğimiz durak sanırım Beykoz'du (yine unuttum) ve minnak teknelerle boğazı geçtik. Şu 26 yıllık hayatımda ilk kez boğazın ortasında denize bu kadar yakın oldum. Vov!





Ya bu balonlar çok hüzünlü değil mi? Bir tek bana mı öyle geliyor bilmiyorum ama şu kare mesela resmen üzüyor beni. Halbu ki balonlar rengarenk! Ama vurulmak için konulmuşlar.
Ben ve cansız nesnelere olan bağlılığım!


En merak ettiğimiz Japon Bahçesi!








Şöyle söyleyeyim, fazla huzurdan ruhu orada bıraktık döndük.
Sakura görürüz sandık, ama zamanı geçmiş tabi.
Yoksa her yer kırmızı-pembe mis gibi olacaktı.
Gün çok yorgun, ama harika bitti.

Geçtiğimiz pazarı aynı zamanda Dünya Fötr Şapka Günü ilan ediyorum!
Sokaklarda birkaç kişiyle fötr şapkalılar olarak birbirimize şapka selamı verdik. Nasıl güzeldi :)

Instagram hesabım için şöyle buyrun -- Yoldaa
Snapchat'te de çok eğleniyorum gelin -- yoldaa

Beni buralarda bulabilirsiniz zira paylaşmadan durmuyorum.

Mutlu kalın efendim! :)

23 Şubat 2016 Salı

Filmlerden Bir Gün #10 - The Revenant


Blogta birkaç seriye devam ettiğim gibi filmler serisinden de devam ediyorum. İzlediğim filmleri yazacağım tabi ama burada boyumdan büyük eleştirmenlikler falan taslamayacağım. Bana ne canım. Ben normal, sinema sever bir izleyiciyim.  Sevdiğim ya da hoşlanmadığım neyse o.. Neden mi böyle diyorum? Poposunun üzerinde oturup şöyle kötü, böyle berbat, puanım iki, zaman israfı hede hödö tarzı yazılar görmeyi sevmiyorum. Ne oluyor yahu hepimiz ömrümüzü sinemaya adadık da eleştirmen mi kesildik. Her film bir emek, şahsen yerin dibine sokulan yazılar yersiz eleştiriler gördükçe pas geçiyorum ben direk. Her neyse işte aman durum bu :)

The Revenant ne söylendi, ne çok konuşuldu! Leo dillere pelesenk oldu. Oscarı alması için adaklar adandı mumlar yakıldı.  Baktığımız her yerde filmden çok Leo'nun oscar hayalkırıklıklarından oluşan fotoğraflara, galerilere rastlıyoruz. Parodiler izliyoruz.  Bitmiyor efendim. 
Herkesin fikri var yahu, herkes izlemiş. Ama HERKES baya bildiğin. Ne oluyoruz, durun herhalde bir ben kaldım diye koştur koştur Kitap Ağacı oluşumundan Elif'le girdik kolkola gittik sinemaya. Seansı kaçırmışız. İftarlık Gazoz'a girdik. Hayaller-Hayatlar.
Bir sonraki hafta tutturduk Revenant'ın seansını. 


Adama bayıldığımdan - ki bu nasıl bayılmaksa film vizyondan kalkana kadar beklemişim- tarafsız gitmedim tabi. Çok fena taraflıydım. Yürü be Leo alacan oscarı aldıracaz sana nidalarıyla girdim salona. Reklamların geçmesini zor bekledim. -ama film vizyondan kalkana kadar beklemişim, taktım buna- İlk 20 dakikada verdim gönlümün oscarını. Ama Revenant diye değil, adamı yüzyıllardır sinemada izlemiyormuşum o sebepten bir gaza geldim ben.
Her şey bir yana genel olarak iyi giden bir film olmuş. Ben heyecanla ve bir o kadar üşüyerek izledim. Birçok kişinin aksine "ifadesiz bir suratla oscarı bekliyor" demekten ziyade, olması gereken bir yüz ifadesiyle oscarı bekliyor demek isterim şahsen. Tabi film boyunca, artık yani bu da olmasın, o kadar da olmasın dediğim yerler var. Ama mevzu zaten adından belli, ya ne olsundu deyip sindim koltuğuma. Zaten mimikleri ve o hali tavrı apayrı bir havaydı. Yeri geldi safi gözleriyle bile anlattı ne hissettiğini ki, en iyi sahneleri o bölümlerdeydi.


Ama o Tom Hardy de ne müthiş bir pislik rolüne bürünmüş! Bunu da söylemeden geçemeyeceğim. Gidip kendi ellerinle gebertmek isteyecek kadar tiksindiriyor kendinden. Harika bir iş çıkarmış.


Velhasıl kelam soğuk, sessiz ve donuk, bolca görsel şölenli filmdi. Ha oscar ne iş olur derseniz, alsın yahu! 
Şahsen Leo'nun o oscarı zaten tee 20 yaşında Arnie Grape rolüyle çoktan kapması gerekirdi diye düşünüyorum. Benim için çoğu filmindeki karakterler arasında bir efsaneydi Arnie. What's eating Gilbert Grape? hala bazı zamanlarda açıp izlediğim filmdir. 


Johnny Depp'in abiliğiyle kaç sene önce kendini belli etmiş adam, daha ne yapsın?
Zaten şu akademinin heykelciği Johnny'de neden yoksa, Leo'da da aynı sebepten yoktur.


Ha oldu ki Leo oscarı kaptı, ben onu Arnie şerefine de izleyeceğim!

Ah Arnie! Doğum gününe ben geleceğim!