Murakami okumaya İmkansızın Şarkısı ve Sahilde Kafka ile başlamıştım. Kafka Tamura hala hayatımda bir yerlerde dolanmaya devam ediyor. Hayatınıza giren bir kahraman bir daha çıkmıyor. 1Q84'te olduğu gibi.
Aslında Murakami öyle tuhaf bir yazar ki, ya çok seviyorsun, ya da hiç haz etmiyorsun.
Gördüğüm kadarıyla "eh işte" diyene rastlamadım. Hep bu ikisinden biri. Hoşlanılmamasının nedeni aslında basit. Hikayede kesinlik isteyenler, "tamam kitabın sonu öyle bir bitecek ki, her şey yerine oturacak ben de rahat bir nefes alacağım" diyenler, genel anlamda kitaplarından hoşlanmayanlar diye düşünüyorum ki çok anlaşılabilir.Çünkü gerçekten insan bazen yazarı da sevse, ne yazsa okuyacak durumda olsa da o "son" kısmın direk bir yere bağlanmasını istiyor.
Ben çok sevenlerdenim. Bayılarak okuyanlardanım. 1Q84'ün çok sevdiğim kısımların altlarını çizerek, post-it leyerek okumuştum. 1250 sayfa olmasından dolayı da ortaya böyle rengarenk bir görüntü çıkmıştı. Yoksa Murakami'nin öyle "renkli" bir dünyası olduğu söylenemez :)
Kaygılarla, umutlu umutsuz sevgilerle, gizemle,
olağandışılıkla doludur. Önce seninle tanışır ve fonda hiç durmak bilmeyen bir
playlist ile yolculuğuna eşlik etmeni sağlar. Yönü o belirler, durakları da o
seçer. Gittiğin bardaki içkiyi, mola yerinde yediğin yemekleri, yol için
zulaladığın her şeyi o ısmarlar. Gerçekleri söyler, kalbini kırar. Meraklandırır, sabrettirir. Son ipuçlarını açtığında seni müsait bir yerde indirip kendi hikayesini sana emanet eder. Orası sayfaların bittiği yer işte.
Sonu kurduğum hayallerle renklenen, ya da daha çok dibe batırdığım kitaplar. Demem o ki, kitaplarında son diye bir şey yok. Olduğunu sanıp rahatlasanız da, bir bitiş cümlesiyle bin kapı açabilirsiniz.
Ne adammış be! :)
Rengarenk Murakami'den birkaç alıntı, tespit vs. Fonda Sinfonietta ile;